ATATÜRK  KÖŞESİ

Hayatı
İlkeleri

Devrimleri

Kronoloji

Vecizeleri
Linkler

İstiklal Marşı
10.Yıl Marşı
Gençliğe Hitabesi
Basında Atatürk
Fotoğraf Albümü

Anılarla Atatürk

                                    *** Egitim Portali Sayfasına Hoş Geldiniz...   Giriş or Kayıt Ol. ***        
Egitim Portali
  Giriş or Kayıt Ol
Ana Sayfa         Yönetim          Forum         Sohbet Odası            İletişim

SİTE İÇİ ARAMA


MODÜLLER

Atatürk'ün Hayatı

Web Yöneticisi

İletişim

E-Devlet

Gazeteler

Sevgili Peygamberimiz

Sifali Bitkiler

Rüya Tabirleri

Burçlar

Forum

Nutuk

Tr.Tanıtım

Çocuk Oyunları

Komik Resimler

Gif Arşivi

SON DAKİKA HABERLERİ
YAZI KATAGORİ
· Anılarımız(6)
· Makaleler(19)
· Kültür-Sanat(2)
· Bilim Teknik(12)
· Edebiyat(9)
· Söyleşiler(4)
· iLgİnÇ NoTLaR(12)
· Masal ve Hikayeler(4)
ÇEŞİTLİ LİNKLER

 *  T.C. Kimlik Numarası

 *  Türkiye Tanıtım

 *  Tarihta Bugün

 *  Eğitim Siteleri

 *  Çesitli Linkler

 *  Şehirlerarası Tlf Kodu

 *  Uluslarrası Tlf Kodu

 *  Hava Durumu

 *  Trafik Yol Haritası

 *  Motorlu Taşıtlar Vergisi   

 *  Emeklilik Sorgulama

BÖLGELERİMİZ

 

İllerimizi Tanıyalım

 

 

DÖKÜMANLAR

  Kanunlar

  Yönetmelikler

  Tebligler Dergileri

  Resmi Gazete

NAMAZ VAKTİ
ALTIN FIYATLARI
Cilt

 

Sevgili Peygamberim

Hazreti Muhammed SallallahuTâalaAleyhivesellem

Ciltlerin Üzerindeki Sayfa Numaralarına Tıklayın

 

          Cilt-1                                         Cilt-2                                            Cilt-3                                    Cilt-4    

                1-2-3-4-5                               1-2-3-4-5-6                                 1-2-3-4-5-6-7                        1-2-3-4-5-6-7       

                                                                                            

 

    Cilt-5                                        Cilt-6                                            Cilt-7                                    Cilt-8 

 1-2-3-4-5-6-7                          1-2-3-4-5-6-7                                     1-2-3                                 1-2-3-4-5

                                                                                       

 

       Cilt-9                                         Cilt-10                                   Cilt-11

     1-2-3-4-5-6-7                          1-2-3-4-5-6-7                       1-2-3-4-5-6-7

                                                                    

                                                     

 

  

 







Yeni Sayfa 7




- Ya Resulallah! Kuvvetlilere de, zayıflara da ganimet
dağıtmaktasınız...


Efendimizin buyurdukları dünya durdukça bir altın kaide
olarak pırıldayacak:


- Zaferiniz zayıfların duası bereketiyle değil mi?


......


Esirler için o âna kadar vahiy gelmediğinden Resulullah
eshabı ile istişare ederek bir karara varmayı arzu buyurdular:


- Ya Eba Bekr esirleri ne yapalım?


Diğer sahabiler dikkat kesildiler.


- Ey Allahın Nebisi. Bunlar en nihayet bizim akrabamız.
Bize kurtulmak için fidye ödesinler, derim. Alacağımız fidye ile biz
kuvvetleneceğiz; onlar zayıflayacaklar. Bakarsınız zamanla onlar da hidayete
kavuşurlar.


Efendimiz, Hazreti Ömer'e sordular:


- Ya Ömer sen ne dersin? Fikrin nedir?


- Ya Resulallah; ben, Ebu Bekr'le aynı fikirde
değilim... Esirleri öldürelim. Düşmandan fidye kabul etmeyelim. Hatta akrabam
olanların boynunu vurmam için bana; Abbas'ın boynunu vurmak için kardeşi
Hamza'ya, Akîl'in boynunu vurmak için kardeşi Ali'ye lütfen müsaade buyurunuz.
Böylece islâm düşmanlarına karşı ne kadar kararlı olduğumuz herkes tarafından
anlaşılmış olur.


Allahın Resulü, bir zaman sükût edip bir şey
söylemedikten sonra, bazı insanların yumuşak; bazı insanların sert tabiatlı
olduklarını ifade buyurdular ve Ebu Bekr radıyallahü anhın halinin, İbrahim
aleyhisselâm ile İsa aleyhisselâm; Ömer radıyallahü anh'ın halinin ise Nuh ve
Musa aleyhisselâmlara benzediğini anlattılar ve devam buyurdular:


- Esirlerden fidye alınacaktır.


O esnada Abdullah ibni Mes'ud heyecanlanarak söze
karıştı:


- Sehl bin Beyza bu karardan istisna edilmelidir. Çünkü
o müslümandır. Ben müslüman olduğuna şahidim.


Sevgili peygamberimiz söze susarak karşılık verdiler.
Abdullah ibni Mes'ud, ânında hatasını farkederek bin pişman oldu. Ne yapmıştı?
Bu nasıl konuşmaydı öyle. O kadar korktu; Resulullah'ı incitmiş olma
ihtimalinden öyle sıkıldı ki gökten üzerine taş yağmasından endişe etti... Neyse
ki merhamet Sultanı da:


- Evet; Sehl bin Beyza hariç.


Buyurdular da Abdullah ibni Mes'ud azıcık nefes
alabildi. Sehl bin Beyza, gerçekten Mekke'de iken imana gelmişti. Ancak bunu
müşriklerden saklıyordu. Bedr'e kendisini zorla getirmişlerdi. O da göstermelik
dövüşmüş ve bir ân evvel esir olmuştu.


Esirlerden Süheyl bin Amr bir punduna getirip kaçtıysa
da en kısa zamanda yakalandı. Süheyl, Kureyşin iyi hatiplerindendi. Üst dudağı
yarıktı. Sevgili Peygamberimiz aleyhinde konuşmalar yapardı. Hazreti Ömer
radıyallahü anh dedi ki:


- Ya Resulallah lütfen müsaade ediniz şunun iki üst
dişini sökeyim de bir daha hiç bir yerde sizi karalamasın.


- Ya Ömer! Bu esirin dişlerini söktürmem demek O'na
işkence yapmam demektir. Eğer böyle bir şey yaparsam Allahü teâlâ da bana
işkence eder. Belki gün gelir Süheyl, beğeneceğin işler de yapar. O, bir gün
öyle bir makamda bulunacak ki sen O'nu o yerde öveceksin.


......


......


Bedr'de ve yol boyunca muzaffer müslümanlar, yüksek bir
sevinç yaşarken Medine'dekiler merak içindeydi. Sevgili peygamberimiz, Üseyl'de
iken Medine'ye manevi evladı Zeyd bin Harise ile Abdullah bin Revaha'yı haberci
olarak gönderdiler. Zeyd bin Harise'ye kendi develeri Kusva'yı vermişlerdi.
Abdullah bin Revaha da başka bir deveye binmişti. Haberciler, Medine dışındaki
Akik mevkine gelince herkesi haberdar etmek maksadıyla birbirlerinden ayrılarak
şehre iki ayrı yönden girdiler. Abdullah bin Revaha devesinin üzerinden
seslendi:


- Ey Ensar müjdeler olsun! Resulullah sağ ve selamette!
Ebu Cehil, Zem'a bin Esved, Umeyye bin Halef ve daha nice müşrik ya öldürüldü
veya esir alındı. Sevinin! Allahü teâlâ, müslümanlara zafer ihsan etti. Mekke
kâfirleri perişan oldular. Kaçabilenler kendilerini şanslı saydı...


Âsım bin Adiy, Abdullah bin Revaha'ya dediklerini bir
kere daha doğrulatmak istedi. Bu ne muazzam haberdi böyle?


- Doğru mu bu dediklerin ya Abdullah bin Revaha?


- Vallahi doğru söylüyorum. Nitekim Resulullah da
esirler de yoldalar. Geldiklerinde hakikati bizzat öğreneceksiniz.


Çocuklar, habercinin etrafını sarmış o ne diyorsa
aynısını tekrarlayarak sevinç gösterileri yapıyorlardı.


...şehrin diğer mahallelerinde de Zeyd bin Harise
Kusva'nın üzerinden aynı haberi veriyordu. Haberi işiten güya müslüman; dışı
müslüman içi kâfir münafıklar, kulaklarına inanamadılar. Mekke'nin o kadar namlı
reisi daha ilk çarpışmada müslümanlar tarafından nasıl öldürülebilirdi! Hayır bu
haber doğru olamazdı. Münafıklar gerek Zeyd'in oğlu Üsame bin Zeyd'e ve gerekse
Medine valisi Lübabe'ye şunu söylüyorlardı:


- Hayır! Zeyd ne dediğini bilemiyor! Eğer haberi sahih
olsa niçin Kusva ile gelmiş olsun? Belli ki Peygamber öldürülmüş; o da
üzüntüsünden böyle konuşuyor. Belki Ali ve başka kimseler de öldürüldü.


Ebu Lübabe:


- Hayır! Ey iki yüzlüler! Diye bağırdı. Yalan
söylüyorsunuz. İslâm ordusu bu zaferi kazandı. Zeyd doğru söylüyor.


Vali, çıkışı tam zamanında yapmıştı. Yoksa bir çok
kimsenin zihni bulanmaya başlıyordu. Bu sebeple Zeyd radıyallahü anh'ın oğlu
Üsame bin Zeyd, babasından haberi bir kere daha ve hararetle sordu:


- Baba! Bu münafıklar yalan söylüyor değil mi? Gerçek
senin ve Ebu Lûbabenin dediği gibi değil mi; fevkalede bir hal yok değil mi?


- Fevkalâde bir hal olmaz olur mu oğlum! Allah
düşmanlarının sırtı yere geldi. Varolma veya yokolma kavgasını Rabbimizin
inayeti ile ümmeti Muhammed kazandı.


Üsame, zihnini çelmeye çalışan münafıka koştu:


- Ey gerçek yüzü ortaya çıkan sahtekâr! Peygamberimiz
gelince senin kelleni vurduracağım!


Her münafık gibi o da sıkıyı görünce derhal yön
değiştirdi:


- Canım nereden bilirim. Herkes öyle diyordu. Ben de
doğru sandım.


......


......


Zafer haberinin Medine'ye ulaştığında; çocukların
habercilerin etrafında sevinç çığlıkları attığında; müminlerin yüzlerinde huzur
aydınlıkları dolaştığında; münafıkların bu huzura, bu neş'eye, bu aydınlığa
şüpheler düşürmeye çalıştığında; şehrin dışında; az ilerisinde Hazreti Osman
radıyallahü anh'ın da aralarında olduğu bir başka cemaat bir başka işle
meşguldü; evet onlar bir defin işiyle meşguldüler. Çünkü Sevgili Peygamberimizin
kızlarından; Hazreti Osman'la nikâhlanması vahiyle bildirilmiş olan Rukayye
radıyallahü anha o gün henüz yirmiiki yaşında iken dünyasını değiştirmişti...
Merhumeyi Ümmü Eymen annemiz yıkadı. Cenaze namazını ise bizzat kocası Hazreti
Osman kıldırdı. Baki kabristanında toprağa verildi; Sevgili Peygamberimizin
çilekeş ve sevgili kızı, babacığı muharebede olduğu için son bir defa
görüşemeden; fakat O'nun zafer haberinin Medine'ye geldiği gün ebediyet yurduna
geçiyordu.


Peygamberimiz, bir zafar kazanmış; fakat aynı zamanda
bir evlad kaybetmişti. En yüksek sevinçle en derin keder, aynı kalbde aynı
zamanda buluşuyordu.


......


......


Irkızzubya'ya varıldı. Ordu bir mikdar da burada
konakladı.


Irkızzubya arkada bırakılırken Resulullah efendimiz
Âsım bin Sabit radıyallahü anha:


- Ya Âsım! Ukbe bin Ebi Muaytin boynunu vur! Emrini
verdiler.


Ukbe, küstahlaştı.


- Bu kadar esir içinden niçin ben seçiliyorum?


- Sen Allah'a ve Resulüne şiddetle düşmansın!


- Herkese nasıl davranırsan bana da öyle muamele et!
Herkesi öldürürsen beni de öldür; herkesi serbest bırakırsan beni de bırak;
herkesten fidye alırsan ben de ödeyeyim!!!


- Ey Ukbe! Allah'ı, Resulünü ve kitabını inkâr eden ve
O Resule olmadık işkenceleri reva gören senden daha azgın bir islam düşmanı var
mı?


Bütün zalimler, zulüm imkânları kalmayınca sefil
mahluklar olurlar. Şerefsiz, haysiyetsiz, beş paralık.


İslâmiyeti yaydığı için ahir zaman Nebisi'nin yakasına
yapışıp boğmaya çalışan, evinin önünü kirleten, namazda secdeye gitmişken
omuzuna pis deve işkembesi koyan Ukbe bin Ebi Muayt, atından yere suratı üzerine
yere çakıldığından beri merhamet sömürüsü yapıyor:


- Ya Muhammed sen beni öldürtürsen çocuklarım n'olacak!


- Ya Âsım! Vur şunun boynunu!


...güneşte parlayan kılıç, yuvalarından fırlayacak gibi
korku ile açılan gözler ve bir imansızın tozlara bulanan kafası...


......


......


Medine'ye zafer habercilerinin gönderilmesinden bir gün
sonra Peygamberimiz, esir muhafızlarının başına kölesi Şakran'ı kumandan tayin
ederek Medine'ye yolladı...ne ibretli hadise! Kendilerini düne kadar asilzâde
gören insanlar, şimdi bir kölenin emrinde ahalisini çiftçi diye aşağı gördükleri
bir şehre elleri arkadan bağlı olduğu halde sürülerek götürülüyorlar. Esirler,
hem yol alıyor hem de bir hayretin cevabını bulmaya çalışıyorlardı. Müminler,
niçin onları dövüp sövmüyor; niçin kırbaçlar sırtlarına inip kalkmıyordu? Şunu
birbirlerine itiraf etmekten geri kalmadılar: "Şu vaziyette yerlerimiz değişmiş
olsaydı; biz onların en az yarısını yollarda kırbaçlayarak öldürürdük.


......


......


......


Küfür ordusu, Bedr'e müslümanlar üzerine sefere çıkınca
geride kalan müşrik gençleri her gece Zi Tuva'da toplanarak kahramanlık şiirleri
okuyor, destanlar söylüyor, menkıbeler naklediyor ve müslümanları
kötülüyorlardı...gençler, her gece yaktıkları ateşin etrafında sarhoş oluncaya
kadar içiyor ve bekledikleri zaferi şimdiden kutluyorlardı. Yükselen alev
gölgeleri yüzlerinde oynaşırken; onların kopardığı kahkaha çığlıkları, öğürtü ve
böğürtüler, gecenin sessizliğini dalgalandırıyordu...ama bir gece meçhul bir
sesle titrediler. Bu sesin sahibi kimdi; ses nereden gelmişti, nasıl
işitmişlerdi? Anlayamadılar. Delikanlılarını taş gibi donduran, çivi gibi
yerlerine mıhlayan, kadehleri ellerine yapıştıran bu dehşetli ses, müşrikleri
kötülüyor ve hezimete uğrayacaklarını; boşu boşuna zafer hulyalarına
kapıldıklarını ihtar ediyordu...öyle korktular ki içlerinde bu korku yüzünden
hastalananlar bile oldu.. Ertesi gün, Mekke, gençlerin anlattığı belirsiz sesin
esrarı ile şaşkınken Haysuman bin Abdullah çıkageldi...duvarların gölgeli
serinliğine kaçmış halk, Haysuman'ı görünce yeni bir haberin ümidi ile
canlandılar...


- İşte savaşın ta ortasından gelen biri... Durun hiç
muamma çözmeye uğraşmayın! Şimdi her şeyi öğreniriz.


Haysuman yaklaşırken yaşlılardan biri seslendi:


- Yaklaş ya bahadır! Zaferden haber ver bize! Siz orda
düşmanı cezalandırırken biz burada hasretiz tebşirinize!


...devesinden bitkince inen Haysuman bir taşın üstüne
çöküverdi...


- Sen ne diyorsun ey ihtiyar? Bırakın şimdi bu kırık
dökük manzumelerle güpegündüz zafer rüyaları görmeyi!


- Asıl sen ne diyorsun ya Haysuman? Ne rüyası? Ordudan
haber ver lafı ağzında geveleme çabuk...


- Ordu!... Hıh, Ordu!... olmayan şeyin neyini haber
vereyim size... Ordu-mordu kalmadı. Bir avuç âsiye yenildik. Bozulduk
mahvolduk!... Zafer tâcı müslümanların başında. Şerefimiz yerlerde sürünüyor.


...Haysuman katıla katıla ağlıyor; kafasını
yumrukluyordu.


Herkes şaşkına döndü. Orada kim varsa bir an dilsiz
kesildi sanki. Adeta her şey buz tuttu; hiç bir şey kıpırdamaz oldu. Yirmi dört
saat içinde ikinci vurgunu yemişlerdi. Sessizliği Safvan bin Ümeyye bozdu:


- Ya Haysuman! Aklın başında mı? Sarhoş olmayasın? Veya
güneş geçmiş olmasın başına?


- Mahvolduk; mahvolduk. Nerede ise Kureyşin bütün
reisleri öldürüldü. Birçok kimse de esir edildi...meselâ ya Safvan senin baban
ve kardeşin de öldürüldü...


Safvan çılgına döndü.


- Sus ey uğursuz! Kıyamet koptu de bari...sus ey şom
ağızlı...


- Bozguna uğrayanları karşılamaya gidin. Aralarında bir
çok yaralı var...


Dişler, ağızlarda asabiyetle öğütülüyordu:


- Ah keşke kıyamet kopsaydı da bu günleri görmeseydik!
Nedir şu başımıza gelenler?


......






--Hazırlayan: www.nfk.gen.tr--Sevgili_Peygamberim--

Sevgili Peygamberim ©

Sayfa Üretimi: 0.03 Saniye

| SoftBlue phpbb2 style by Sigma12 © | PHP-Nuke theme by www.nukemods.com Webtasarım Coşkun © |2006