ATATÜRK  KÖŞESİ

Hayatı
İlkeleri

Devrimleri

Kronoloji

Vecizeleri
Linkler

İstiklal Marşı
10.Yıl Marşı
Gençliğe Hitabesi
Basında Atatürk
Fotoğraf Albümü

Anılarla Atatürk

                                    *** Egitim Portali Sayfasına Hoş Geldiniz...   Giriş or Kayıt Ol. ***        
Egitim Portali
  Giriş or Kayıt Ol
Ana Sayfa         Yönetim          Forum         Sohbet Odası            İletişim

SİTE İÇİ ARAMA


MODÜLLER

Atatürk'ün Hayatı

Web Yöneticisi

İletişim

E-Devlet

Gazeteler

Sevgili Peygamberimiz

Sifali Bitkiler

Rüya Tabirleri

Burçlar

Forum

Nutuk

Tr.Tanıtım

Çocuk Oyunları

Komik Resimler

Gif Arşivi

SON DAKİKA HABERLERİ
YAZI KATAGORİ
· Anılarımız(6)
· Makaleler(19)
· Kültür-Sanat(2)
· Bilim Teknik(12)
· Edebiyat(9)
· Söyleşiler(4)
· iLgİnÇ NoTLaR(12)
· Masal ve Hikayeler(4)
ÇEŞİTLİ LİNKLER

 *  T.C. Kimlik Numarası

 *  Türkiye Tanıtım

 *  Tarihta Bugün

 *  Eğitim Siteleri

 *  Çesitli Linkler

 *  Şehirlerarası Tlf Kodu

 *  Uluslarrası Tlf Kodu

 *  Hava Durumu

 *  Trafik Yol Haritası

 *  Motorlu Taşıtlar Vergisi   

 *  Emeklilik Sorgulama

BÖLGELERİMİZ

 

İllerimizi Tanıyalım

 

 

DÖKÜMANLAR

  Kanunlar

  Yönetmelikler

  Tebligler Dergileri

  Resmi Gazete

NAMAZ VAKTİ
ALTIN FIYATLARI
Cilt

 

Sevgili Peygamberim

Hazreti Muhammed SallallahuTâalaAleyhivesellem

Ciltlerin Üzerindeki Sayfa Numaralarına Tıklayın

 

          Cilt-1                                         Cilt-2                                            Cilt-3                                    Cilt-4    

                1-2-3-4-5                               1-2-3-4-5-6                                 1-2-3-4-5-6-7                        1-2-3-4-5-6-7       

                                                                                            

 

    Cilt-5                                        Cilt-6                                            Cilt-7                                    Cilt-8 

 1-2-3-4-5-6-7                          1-2-3-4-5-6-7                                     1-2-3                                 1-2-3-4-5

                                                                                       

 

       Cilt-9                                         Cilt-10                                   Cilt-11

     1-2-3-4-5-6-7                          1-2-3-4-5-6-7                       1-2-3-4-5-6-7

                                                                    

                                                     

 

  

 







BÜYÜKBABA




BÜYÜKBABA


Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden
abdühu ve resulüh


Şeybet'l-Hamd...


"Abdülmuttalib" diye bildiğimiz büyük babanın asıl
ismi.


Babası Haşim, O dünyaya gelmeden evvel bir yolculuk
sırasında Filistin'in Gazze şehrinde vefat etmişti. Doğduğu zaman saçı bembeyaz
olduğu için arapçada "ak saçlı" manasına gelen "Şeybe" kelimesinin ilavesi ile
ismini Şeybetü'l Hamd koymuşlar.


Meşhur ismi Abdülmuttalib, "Muttalib'in kölesi"
demek...


Kçük Şeybe, Medine'de annesi ile beraber dayısında
kalıyor. O'nu dayısının çocukları ile ok atar, gezip oynarken görenler, alnının
parlaklığını, halinin güzelliğini hemen farkeder ve başka bir sülaleye mensup
olduğunu anlarlardı.


Şeybe'nin hal ve tavrındaki üstünlük Kureyş'in lideri
amcası Muttalib'e haber verildi...


-Ah, dediler. Kardeşin Haşim'in oğlunu bir görsene!
Babasına olan benzerliğine şaşarsın. Aynı emsalsiz üstünlük, aynı tarifsiz
güzellik.


Muttalib, o güne kadar yeğenini hiç görmemişti. Bir
deveye binerek Medine yolunu tuttu. Medine'ye vardığında Şeybe'yi kapılarının
önünde çocuklarla birlikte oynuyor buldu, kimseye sormadığı halde yeğeninin
hangisi olduğunu bildi ve bir müddet yaşlı gözlerle çocuğu uzaktan seyretti.
Daha sonra bu anı tasvir eden dokunnaklı şiirler de yazacaktır.


Muttlib, Şeybe'yi yanına çağırarak kendini tanıttı. Ve
O'nu sevip okşadı. Birlikte annesi selma'ya gittiler. Muttalip, Şeybey'yi yanına
çağırarak kendini tanıttı. Ve onu sevip okşadı. Birlikte annesi Selma'ya
gittiler. Muttalib, Şeybe'yi de Mekke'ye götürmek üzere yengesinden müsaade
aldı...


Amca-yeğen uygun bir vakitte Mekke yoluna koyuldular...


İşte Muttalip, devesinin üstünde, arkasında da yeğeni
küçük Şeybetü'l Hamd olduğu halde Mekke'ye giriyorlar. Deve, kaygısız gözlerle
sağı solu tarar, ahenkli adımlarla başı dik yürürken, Muttalip tanıdıklarla
selamlaşıyor. Az sonra terki deki çocuğu kasdederek:


Bu çocuk kim ya Muttalip? deniyor.


Merak ve samimiyet sebebi ile sorulan suale Muttalip ne
demeli?...


"Biraderimin çocuğu" dese "koca Mekke Reisi yeğenini
nasıl gezdiriyor!" diye dedikodu yapılacak. Bir kaç saniyelik tereddütten sonra:


-Kölem, diyor dostlarına.


Şeybe bundan sonra, "Abdülmuttalip" diye tanınmaya
başlandı. "Muttalibin kölesi" yani. Gerçi Muttalip, kısa zaman içinde öksüzün
giyim kuşamını düzeltti; Şeybe'yi "yeğenimdir" diye takdim etti ama, O, hep "Abdülmuttalip"
olarak bilindi...


Abdülmuttalip misk kokulu.


Evet miskler gibi kokuyor. Alnında pırıl pırıl
Muhammedi nur, hayır ve bereket vesilesi. Ne zaman Mekke'de kuraklık olsa rica
ediyorlar; Abdülmuttalip'le birlikte Sebir dağına çıkılıyor. Yalvarma göz yaşı
ve sağnak sağnak yağmur.


Şeybetü'l Hamd sekiz yaşınna geldiğinde Muttalip
dünyasını değiştirdi ve O'nun yerine Abdülmuttalip, milletine emir oldu.


Yüzkırküç yıllık ömründe herkes O'nu sevdi.. İnsanlar
gönüllü olarak idaresine girrerdi. İran Kisrası hariç yabancı devlet başkanları
O'nun fazilet ve büyüklüğünü teslim eder ve hürmet duyarlardı. Asrının en büyük
devlet reisi kabul ediliyordu.


Bütün bu misk kokuların; bu iyilik ve güzel hasletlerin
sebebi Kainatın Efendisine ait nur...


İşte peygamberimizin dedesi bu! Hayatı ve bir bir
hakikat olan rüyaları ile O'nun geleceğini müjdeleyen insan...


Daha pek genç olduğu sıralarda, bir gün Kabe
yakınlarındaki evinde uyuyor; uyandığında halinde bir gariplik seziyor.
Erginleşmiş, daha bir güzelleşmiş ve gözleri sürmeli. Bir anda büyük değişme!..
Bir kahinden olayın izaha kavuşturulması isteniyor:


-Hemen evlenmelisin! Gök tanrısı böyle istiyor, diyor
kahin.


Abdülmuttalip, iki kere evlendi; ama olmayan "gök
tanrısı" istediği için değil. Cenab-ı Hak öyle takdir ettiğinden.


ilk hanımından oğlu Haris dünyaya geldi. Ve bundan
dolayı O, "ebu Haris" künyesi ile anılır oldu.


Birinci hanımı vefat edince bu sefer Fatma binti Ömer
ile izdivaç etti...


Abdülmuttalip, yine bir gün odasında iken ani bir uyku
bastırması ile uyuyakaldı. İçinden çok şey saklı olan müthiş bir rüya görüyor.
Uyandığında rüyanın derinden derine tesirinde. Sarsılıyor... Ne dese nasıl
yorumlasa acaba? En iyisi yine bir kahinin kapısını çalmak. Cinlerle bilgi
alışverişindeki bu kahinler, kendilerine has usullerle gelecekten haber
veriyorlar... Abdülmuttalip anlatıyor; sabit bakışlı donuk ve soğuk yüzlü,
gramla konuşan, tebessüm nedir bilmeyen kahin dinliyor.


Belimden bir beyaz zincir çıktı. Bir ucu en doğuya bir
ucu en batıya, bir ucu gökyüzüne, bir ucu yerin dibine uzanıyordu. Şaşkın bir
halde zincire bakıyordum ki bu kere de yeşil bir ağaç oldu. Zincir ağaç haline
gelmişti. Dünyada kaç türlü meyve varsa hepsi bu ağacın dallarından sarkıyordu.
Ağaç aynı zamanda nur fışkıran bir ışık seli. Işığı, güneşi bile bastırıyordu.
Araplar ve arap olmayanlar bu ağaca secde ediyordu. Giderek ağacın parlaklığı
daha da çoğaldı. Kureyş kabilesinden mbir cemaat ağacın dallarından
tutundular.Bazı Kureyşliler ise ağcı kesmek için bir araya geldiler.


Birden ortaya çok güzel yüzlü bir insan çıktı. Bu kadar
güzel simalı birini hiç görmemiştim. Bu güzel insan, ağacı kesmek isteyenlerin
gözlerini çıkardı. Ağacın nurundan almak için elimi uzatırken güzel adama da:


-"Bu ağacın nuru kime kısmet olur?" diye sordum.


-"Kim bu ağacın dallarına yapışırsa ona!" dedi.


-"Siz kimsiniz" dedim.


Biri:


-"Benim ismim Nuh'dur" dedi.


Öbürü:


-"Benim ismim de Halil İbrahim'dir" dedi.


Sonra da?


-"Ey Abdülmuttalib, bu ağç o kadar mübarek, o kadar
şereflidir ki, kandan kana geçerek baba ve dedelerinden sana kavuştu haberin
olsun..." dediler.


Abdülmuttalip, rüyasını anlatıp bitirdiğinde kahinin
benzi sarardı, yüzü daha kasvetli bir hal aldı. Demek ki korktukları zaman
geliyordu... Bir müddet sustuktan sonra zor işitilir bir yavaşlıkla rüyayı tabir
etmeye başladı:


-Neslinden bir büyük insan gelecek ve O'nun kurduğu
nizam ebedi olarak yaşayacak... Nuh Peygamberin görünmesi şuna delalet ediyor; O
zata karşı gelenler Nuh ümmetinin asileri gibi bela denizinde boğulacaktır..


İbrahim Peygamber ise bir müjdeye işarettir. O'na tabi
olanlar, Allahın "dostum" dediği İbrahim Peygamber'in sevdiklerinden olurlar.


Peygamberimizin babaannesi Fatıma binti Ömer,
Abdullah'a hamile kalınca, "nur" büyükbaba Abdülmuttalib'ten Fatıma'nın alnına
geçti. Bundan da Abdullah doğunca O'nun güzel alnına taşınacaktır...


 


ZEMZEM KUYUSU


La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah


Mekke ve çevresinin idaresi İsmail aleyhisselam'ın
vefatı ile oğlu Sabit'e kaldı. Sabit'in ölümünden sonra halk arasında bölünmeler
meydana geldi. Mücadeleler Cühümiler kabilesinin üstünlüğü ile bitti. Ancak bir
zaman sonra iktidara sorumluları, adaleti ve tarafsızlığı terkederek zulme
sapmıştı. Milletin malını bile elinden almaya aklkışan Cürhümilerden dolayı gün
geldi şikayet ve feryatlar ayyuka çıkmaya başladı. Haksızlıklar dayanılmaz
ölçülere varınca; ismail Peygamber nesli, terkrar derlenip toparlandı ve yapılan
bir savaşta Cürhümileri mağlup etti. Yenik taraf, aman dileyince eşyalarını alıp
asıl vatanları olan Yemen'e gitmelerine izin verildi... ancak iş başında iken
zulüm yapan ve bu yüzden beddua alan bu kabile mensupları, az bir zaman sonra
bulaşıcı bir hastalığa yakalanarak teker teker ölüp gittiler.


Cürhümiler, aman dileyip beldeyi İsmail Peygamber
soyuna teslim etmeden hemen önce ve son an ve son dakikada huyları icabı bir
kötülük işlediler. Yabancı devletlerden mbirinin hediye ettiği altın mbir ceylan
heykeli ve kılıç, kalkan, gürz, zırh... gibi Kabe hazinesine mahsus kıymetli
eşya namına ne var ne yoksa hepsini zemzem kuyusuna doldurdular ve ağzını taş
toprakla akapatarak yerini belirsiz hale getirdiler. Herhalde dönüp Mekke'yi
geri alacaklarını düşünüyor ve bu sebeple hazinenin ele geçmemesi için böyle
hareket ediyorlardı.


ismail aleyhisselam evladı, nihayet Mekke ve civarında
hükümran oldu ama hafızalardan silinen bullur sulu zemzem kuyusu kaybolup gitti.
Mekke ve Kabe, asıl sahiplerine dönmüştü.. Şifa pınarı zemzem ise kimbilir kaç
yıl gözlerden saklı, besmeleli mü'min ağızlara hasret, için için kaynayıp
duracaktı?


Cürhümilerin yığdığı taş, toprak senelerin geçmesi ile
katmerleşti ve altta kalan ilahi armağanı gözlerden büsmütün sakladı. Bu
şartlarda canlara can katan zemzemin yerini bulmak mümkün değildi... yalnız bu
imkansız zannedilen aklın çerçevlediği sebep-sonuç münasebetine göre. Ya aklı
aşan sebepler, aklın kavuşamadığı bölge?.. Allah, isterse hangi imkansız
gerçekleşmez ki?


Zaman bir müjdeye, toprak, sökmesi yakın bahtlı şafağa
hazırlanıyordu... Mekan, ilahi fermanla, gelmekte olan "Adı güzel kendi güzel
Muhammed" aleyhisselam için yeniden donatılıyordu...


-Ey Abdülmuttalip, kalk ve zemzem kuyusunun üzerinde
taş toprak ne varsa kaldır!..


Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib, Kabe'ye komşu
olan evinde uyurken bu hitap üzerine yatağından korku ile doğruldu. Bir müddet
gördüğü rüyanın ne manaya geldiğini sökmeye çalıştı; fakat bir şey anlamadan
yeniden uyudu. Ancak rüyadaki ses, emri tekrarladı. Yine uykudan sıçradı.
Zihninde izaha kavuşturulmayan sorular birbirini takip ediyordu.. Buna rağmen
uyumaktan başka çaresi yoktu. Ses, emri üçüncü defa verince gördüklerini
yorumlatmak için kalkıp Kureyş'in tanınmış tabircilerine gitti ve olanları
anlattı. Bu kişiler:


-Rüya rahmani ise yine görürsün, dediler.


Aradan bir iki gün geçtiği halde Abdülmuttalib, o garip
rüyayı bir daha göremedi. Bundan dolayı merak ve üzüntüsü günden güne artıyordu:


-Acaba rüya rahmani miydi, değil miydi?


Zihnini günlerce bu soru meşgul etti. Nihayet bir gün
rayayı ördüğü odada uykudan önce ellerini kaldırarak:


-Ey merhametli Allahım! Bu rüyanın sırrını neler yapmam
gerektiğini bana bildirmeni diliyorum, diyerek can evinden yalvardı ve az sonra
uyuya kaldı.


Abdülmuttalib'in isteği, bütün zamanların ve bütün
mekanların en üstünün hürmetine kabul olmuştu. İşte aynı ses...


-Ey Abdülmuttalib kalk ve zemzem kuyusunu ortaya çıkar!


Abdülmuttalib:


-Zemzem suyu nedir?


-Cebrail'in ayağını vurduğu yerden çıkmıştır.
Peygambere ait bir mucizedir. Dünyanın dört tarafından gelecek hacılara yetecek
kadar bereketlidir. Zemzem'den içen susuzlar kanar, açlar doyar,hastalar
iyileşir.


Kuyunun yerini bulmam için bir iz, işaret var mı?


-Mescid-i Haram'a yakın iki put vardı. Kafirler, bu
putlar uğruna hayvan kestiklerinde işkembesini çukurca bir yere dökerler. Sen
orada iken kırmızı gagalı bir karga gelecek ve işkembe artıklarını yemek için
toprağı gagalayacaktır. Az sonra gagalanan yerin altından bir de kanrınca yuvası
çıktığını göreceksin... İşte orası zemzem kuyusunun ağzıdır.


Sabah olduğunda Abdülmuttalib, doğruca putların
bulunduğu yere gitti. Biraz sonra puta tapanlar gelip tanrıları için kurban
kestiler ve işkembe ve barsakları rüyada tarif edilen yere attılar. Derken
kırmızı gagalı karga göründü ve yeri gagalamaya başladı; az sonra karınca yuvası
da ortaya çıktı. Her şey aynen rüyadaki gibi gençekleşmişti. O halde olanlar
hayırlı ve rüya doğru idi.


Oradkiler uzaklaşınca sevgili Peygamberimizin sevgili
dedesi, rüyada söylenen yeri kazmaya başladı.


Kazı işi biraz ilerlemişti ki haberi alan Kureyşli
müşrikler oraya koştu:


-Biz, taptığımız putların yanına kuyu kazdırmayız!
diyerek Abdülmuttalib'e mani olmak istiyorlardı. Bir sürü münkir içinde kalan
Abdülmuttalib, yaptığı işin büyüklüğünü anlatmaya çalışıyordu:


-Bu, öyle her hangi bir kuyu değildir. Bu, ilahi kıymet
taşıyan suya "Zemzem" denir. İsmail Peygamberin yadigarıdır.


Putperestler, fena diş biliyorlardı. Ne var ki kaba
kuvvet gösterileri sökmedi; Kureyş'in bu soylu insanını bir adım şöyle dursun,
bir ayak boyu bile geriletemediler. Bunun üzerine kuyuya ortak olmak istediler;
bu telifleri de reddedildi.


-Öyle ise, dediler, ünü bütün ülkeleri tutmuş aklı ve
ilmi hepimizce kabul edilen Şam kahihine gidelim; ihtilafımızı anlatalım,
vereceği karara her iki taraf da uysun!


Abdülmuttalib, bu hal tarzına "Peki" dedi. Bunun
üzerine her kabileden bir temsilci ve Peygamber efendimizin dedesi develere
binerek Şam yoluna düştüler... Mevsim yaz, hava sıcak. Güneş, kavurdukça
kavuruyor. Çöller, avını yutmaya hazır alev dilli ejderha.


Şam yolcuları bu manzara kum denizlerini aşmaya
çalışıyor. Ne var ki geride kalan mesafelerle beraber su ve her türlü
serinletici nesne tükenmiştir. Nihayet Nihayet öfkeli çöller bu cür'etli
yolcuları teslim aldı.


Dermansız kalan dizler çözüldü ve oldukları yere külçe
gibi yığıldılar. Saniyeler, saat gibi uzun ve geçmeyen cinsten. Sadece dudaklar
değil, belki diller de yol yol çatlamış. Kimsede suya dair bir ümid yok. Olması
da mümkün değil.


Ancak bu halde ne vakte kadar beklenecektir?
Abdülmuttalib:


-Böyle durmakla elimize hiç bir şey geçmez! Az daha
gidelim. Rabbimden ümidli olalım; olur ki su buluruz, dedi.


Çökmüş olan develere nerede ise sürünerek bindiler.
Hayvanların sırtında bile zor duruyorlardı. Henüz hareket etmişlerdi ki, o
şanslı deenin devesinin ayağı bir taşa takıldı ve yerinden söküp attı... Tablo
inanılacak gibi değildi. Devenin çıkardığı taşın yuvasından tatlı ve serin bir
su akıyordu.


Sudan kana kana içip kablarını doldurdular ve ölümün
eşiğinden yeniden hayata döndüler. Bir farkla ki kabile temsilcileri sadece
hayata dönmemiş, ezik ve mahcup olarak Şam yolunda da geri dönmüşlerdi.


Bu inanılmaz vak'ayı hep birlikte yaşayan yol
arkadaşları Abdülmuttalib'e:


-Ey Abdülmuttalib, o kuyuyu kazmak senin hakkındır.
Bunu geç de olsa anladık Kimse mani olamaz. Dönelim herkes işine baksın! Demek
zorunda kaldılar ve hep beraber Mekke'ye geldiler.


Abdülmuttalib, kuyuyu kazmaya, kaldığı yerden devam
etti. Zemzem kuyusunu tekrar ortaya çıkarma işinde yalnız oğlu Haris'ten yardım
görüyordu. Bu sebeple Cenab-ı Hak'tan Haris'ten başka kendisine on oğul daha
vermesini diledi:


......


Abdülmuttalib'in bu duası kabul olmuş erkek evlat
sayısı zamanla onbiri bulmuştu.


Oğulları ile beraber kuyuyu kazan Abdülmuttalib, yıllar
sonra zemzem suyunu ve Cürhümilerin kuyuya doldurduğu hazineyi buldu.
Kureyşliler bu defa da:


-Kuyu, dedelerimizin mirası; içinden çıkanlar bizimdir,
diye direttiler.


Abdülmuttalib:


-Siz bu kuyuyu kazarken bana yardım etmeyip bilakis
zorluk çıkardınız. Şimdi hangi hakla mirasçılık iddia ediyorsunuz? diyerek
onları azarladı veilave etti, bununla beraber, "Kur'a çekelim, hangi mal kime
çakırsa onun olsun" dedi.


Kılıç, kalkan gibi savaş malzemelerini bir tarafa,
altın ceylanı bir tarafa ayırdılar ve Kabe-i Şerif, Kureyşliler ve Abdülmuttalib
adına kur'a çektiler.


Altın Ceylan Kabe'ye, harp aletleri Abdülmuttalib'e
çıktı. Kureyşlilere bir şey isabet etmedi.


Altın ceylanı Kabe kapısına astılar; uzun yıllar,
kapıda asılı kaldıktan sonra bir gece Ebu Leheb sarhoş iki arkadaşıyla gelip
heykeli çaldı ve götürüp sattı.


Zemzem kuyusunu bulmak Abdülmuttalib'in şan ve şerefini
daha da yükselmişti.


Zaman, ırmaklar misali büyük müjdeye doğru akıyordu.






--Hazırlayan: www.nfk.gen.tr--Sevgili_Peygamberim--

Sevgili Peygamberim ©

Sayfa Üretimi: 0.04 Saniye

| SoftBlue phpbb2 style by Sigma12 © | PHP-Nuke theme by www.nukemods.com Webtasarım Coşkun © |2006